top of page

İnsan Avı: Usame Bin Ladin - Netflix

  • Yazarın fotoğrafı: Hasan Bakır
    Hasan Bakır
  • 2 gün önce
  • 7 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 23 saat önce


afganistan-tora-bora-hasan-bakir

Film Hakkında


İnsan Avı: Usame Bin Ladin belgeseli, 2025 yılında yayınlanan bir Netflix serisinin ürünüdür. Belgeselde birçok kilit isimle röportajlar ve ilk kez yayınlandığı söylenen görüntüler yer almaktadır. Belgesel, 11 Eylül 2001 saldırıları ve akabinde gerçekleşen olayları konu almaktadır. Saldırılar sonrası kurulan ekip, saldırılardan sorumlu tutulan Usame Bin Ladin’i yakalamaya çalışır.


B1: Yeni Tür Bir Düşman


Netflix Türkiye'de yakın zamanda yayınlanan ve üç bölümden oluşan "İnsan Avı; Usame Bin Ladin" belgeselinin ilk bölümü, 11 Eylül 2001'de gerçekleşen dramatik terör saldırılarının anbean yaşandığı o kaotik günü, olayın tanıklarıyla yapılan çarpıcı röportajlar ve dönemin kritik istihbarat ile askeri operasyonları üzerinden detaylı bir şekilde anlatıyor. Aynı zamanda, saldırıların arkasındaki yeni düşman profilini ortaya koyarak, Usame Bin Ladin'in ortaya çıkışı ve Amerika'nın Afganistan müdahalesinin başlangıcını da gözler önüne seriyor.


Bush çocuklarla ilgilendiği sırada, bir uçağın ikiz kulelere çarptığı haberi alınır. İlk başta bunun küçük bir kaza olduğu sanılsa da, daha detaylı bilgiler geldikçe bu uçağın bir yolcu uçağı olduğu anlaşılır. Fakat ikinci uçağın da kuleye çarpmasından sonra, bir saldırı altında olduklarını anlarlar.


Belgeselin bu birinci bölümünde, olayın tanıklarıyla yapılan röportajlar aracılığıyla çarpıcı detaylar verilmektedir. Kevin Shaeffer'ın, "Pentagon'daki hiçbirimiz tehdit altında olduğumuzu düşünmüyorduk. Bizim için orası kale gibiydi... Vücudumun %47'si yandı. O kadar fazla jet yakıtı ve duman soludum ki kalbim iki kez durdu. Benim bölümümden hayatta kalan tek kişi bendim." ifadeleri, olayın boyutunu gözler önüne sermektedir.


Havada dört uçak kaçırılır. Bu uçaklardan ikisi Dünya Ticaret Merkezi'ne, biri ise Pentagon'a saldırı düzenler. Kaçırılan dördüncü uçak olan 93 sefer sayılı uçuşun Washington'a yönelmesi, yetkilileri harekete geçirir. Uçağın kaçırıldığını fark eden yolcular, telefonlarla ailelerine ulaşarak durumu haber verir.


Bu bölümde, Michael Morell'ın iddiasına göre 93 sefer sayılı uçaktaki yolcular, uçağın bir silah olarak kullanılmasına izin vermek istememiş ve teröristlere karşı saldırıya geçmişlerdir. Kokpitte çıkan arbede sonucunda uçakla olan iletişim kesilmiş ve bu sayede uçağın ABD Kongre Binası'na çarpması engellenmiştir.


Saldırı sonrasında failler araştırılırken, uçakların yolcu listeleri incelenmiş ve listede uzun süredir el Kaide militanı olduğu ve ABD'ye saldırmayı planladığı şüphelenilen bir isme rastlanmıştır. Bu ismin tespitiyle birlikte tüm suçlamalar Usame Bin Ladin üzerinde yoğunlaşmıştır.


Usame ismi saldırılardan önce ilk duyulduğunda, Suudi Arabistanlı aşırı zengin ve nüfuzlu bir aileye mensup, Sovyet işgaline karşı Afgan direnişçileri destekleyen bir hayırsever olarak görülmekteydi. ABD'nin de düşmanı olan SSCB'ye karşı savaştıkları için efsaneleştirildikleri ve asil birer savaşçı olarak algılandıkları belirtilmektedir.


Belgeselin bu bölümünde, Usame'nin Sovyet işgali karşısında elde edilen zaferle birlikte özgüven kazandığı ve Ortadoğu'daki rejimlerin de benzer şekilde değişebileceğine inandığı aktarılmaktadır. Ayrıca, Usame'nin Ortadoğu'daki Batı etkisini ortadan kaldırarak bir İslam İmparatorluğu kurma hedefi taşıdığı vurgulanmaktadır.


Bush'un topladığı kabine, Afganistan'ı işgal etme kararı alır ve CIA, Afganistan'a birlikler göndererek Taliban'ın henüz yenememiş olduğu Kuzey İttifakı'yla işbirliği yapar. CIA saha komutanı Gary Berntsen ise bir savaş ağası aracılığıyla Taliban liderleriyle görüşmek ister.


Taliban, herkesin eşit olacağı ve güvenliğinin sağlanacağı "Peştunvari” bir usulle bu teklifi kabul eder. Ancak Gary, gönderdiği ekibe, olumsuz bir cevap alınması durumunda heyetteki kişilerin tutuklanması ve gerekirse öldürülmesi yönünde emir verir. Taliban heyetine "Usame nerede?" diye sorulduğunda, "Hangi Usame?" cevabını alırlar. Bunun üzerine CIA ekibi, Taliban heyetini tutuklayarak bölgeden kaçırır.


Gary, Taliban'a saldırmaya karar verir. Kâbil'in kuzeyinde bulunan Şomali Ovası'nda, CIA ve Özel Kuvvetlerden 25 kişi ile Kuzey İttifakı'ndan 5 bin kişinin katıldığı bir operasyon başlatılır. Karşı tarafta ise Taliban ve El Kaide'den oluşan 15 bin kişilik bir kuvvet bulunmaktadır. Bölgede askeri bir üslerinin olmaması ve ABD hava kuvvetlerinin müdahalesinin gecikmesi, Kuzey İttifakı'nın ilerleme kaydetmesini engellemiştir. ABD B-52 bombardıman uçaklarının cephe hatlarını bombalaması üzerine Taliban direnç gösterememiş ve Kâbil'i boşaltmak zorunda kalmıştır. Gary'e göre, "halk onları dövüp tutuklayan Taliban'a sırt çevirdi..."


Kâbil ele geçirilmiş ve Taliban yenilmişti; ancak Usame hâlâ yakalanamamıştı. Ele geçirilen bir telsiz aracılığıyla, Usame'nin sesini tanıyan bir ses uzmanı tarafından yapılan dinlemelerde, Usame'nin askerlerine "Sizi buraya getirdiğim için üzgünüm. Hepsi benim suçum." dediği tespit edilmiştir.


Bu konuşmadan, Usame'nin Tora Bora'da olduğu tespit edilmiş ve küçük bir CIA birliği keşif için bölgeye gönderilmiştir. Elde edilen istihbarat doğrultusunda, B-52, B-1 ve F-15 uçaklarının katıldığı ve 56 saat süren yoğun bir hava harekâtı icra edilmiştir. Bu bombardıman, II. Dünya Savaşı'ndan sonraki en yoğun hava saldırısı olarak kayıtlara geçmiştir. Buna rağmen Usame öldürülememiş ve dünya çapında şiddet eylemleri artarak devam etmiştir.


B2: Her Yol Mubah


1998 yılında Usame Bin Ladin ile röportaj yapan John Miller'a, röportaj öncesinde Usame'nin tüm soruları yanıtlayacağı ancak kendisine çeviri yapılmayacağı söylenir. Miller, ek bir soru sormak isterse nasıl iletişim kuracağını sorduğunda, "Başka soru sormayacaksın" cevabını alır.


Tora Bora'daki 56 saatlik bombardımanda bütün hedefler imha edilse de, hükümetin kara birlikleri göndermemesi Usame'nin kaçmasına neden olur. Bu olayın ardından Usame Pakistan'a geçerek izini kaybettirir. Artık onu doğrudan bulmak neredeyse imkânsız hâle gelmişken, çevresindeki kilit isimlerin tespiti öncelik kazanır.


Tora Bora'da yapılan araştırmalarda ele geçirilen kasetlerde, Usame'nin görüntülerini çeken ve "Muhtar" olarak anılan bir kişiye odaklanılır. Ancak bu şahsın sürekli kamera arkasında olması, kimliğine ulaşmayı oldukça güçleştirir.


Usame'ye yakın isimlerden biri olan Ebu Zubeyde, Pakistan istihbaratı ve CIA'in ortak operasyonuyla yaralı olarak ele geçirilir. Hastanede sorgusu sırasında, bir ölçüde tesadüfen, Muhtar'ın kimliği açığa çıkar. Halid Şeyh Mahmud'un (HSM) fotoğrafını gören Ebu Zubeyde, bu kişinin Muhtar olduğunu ve 11 Eylül'ün planlayıcısı olduğunu itiraf eder.


HŞM'nin, başından beri İkiz Kuleler'e takıntılı olduğu belirtilir. İlk girişimi, 1993 yılında bomba yüklü bir minibüsle binayı hedef alarak gerçekleştirilir, fakat yapıyı yıkmayı başaramaz. Daha sonra Afganistan'a geçerek bu planını Usame ile paylaşır ve harekete geçmesini sağlar. HŞM de daha sonra Pakistan'daki bir CIA operasyonuyla yakalanır.


11 Eylül sonrası yakalanan örgüt mensupları veya bu tür suçlamalar yöneltilen kişiler, "gelişmiş sorgulama teknikleri" adı altında insan haklarını ihlal eden yasadışı yöntemlerle sorgulanmak istenmiştir. Bu nedenle yakalanan isimler ABD'ye götürülmek yerine, Küba'daki Guantanamo Hapishanesi'ne sevk edilmiştir.


Mahkûmlar üzerinde uygulanan yöntemler, intikam duygusuyla yapılmış ve herhangi bir kural çerçevesine bağlı kalınmamıştır. Bu eylemler arasında; tokat atma, hakaret etme, stres pozisyonları ve 100 saate varan uyku yoksunluğu gibi işkence yöntemleri yer alır. Bu uygulamaları daha iyi anlamak için, eski Guantanamo mahkûmu Molla Abdusselam Zaif'in hatıratına başvurulması faydalı olabilir.


Bu bölümde yer verilen bir diğer iddiaya göre, Usame 11 Eylül saldırılarının yarattığı etkinin de üzerine çıkmak ve ABD'ye yeni yenilgiler tattırmak istemiştir. Bu nedenle kitle imha silahlarına ilgi göstermeye başladığı öne sürülür. Pakistanlı nükleer bilim insanlarıyla yaptığı görüşmelerde, birinin "İşin zor kısmı zenginleştirilmiş uranyum gibi patlayıcı maddeleri bulmaktır" demesi üzerine, Usame'nin "Bizde olmadığını ne malum?" yanıtını verdiği aktarılır.


Videonun sonunda ise el-Kaide içinde CIA adına çalışıyor gibi görünen, fakat bilgi vermek üzere gittiği üstte üzerindeki bombayı patlatarak 7 CIA ajanı ile 1 Ürdün istihbarat yetkilisinin ölümüne yol açan Ürdünlü doktor Humam el-Belevi (Ebu Ducane el-Horasani)'nin hikayesine giriş yapılır.


B3: Neptün Mızrağı Operasyonu


Ebu Ducane el-Horasani, ABD hapishanesinden işbirliği yapmayı kabul ederek çıkmayı başarır. Afganistan’a döndüğünde uzun süre izini kaybettiren Ebu Ducane, yeniden CIA ile iletişime geçer. Afganistan’ın Host kentinde bulunan bir ABD üssüne bilgi vermek için gelen Ebu Ducane, üzerindeki bombayı patlatarak 7 CIA ajanı ile 1 Ürdün istihbarat yetkilisinin ölümüne neden olur.


Ladin’in elektronik cihazlara güvenmediği için mesajlarını kuryeler aracılığıyla ilettiği belirtilmektedir. Ladin’i yakalamak için kurulan ekip, ona ulaşmak amacıyla kuryeleri bulmaya odaklanır. Düğüm, 2002 yılında Kuzey Afrika hükümetinin yakalayıp sorguladığı bir El Kaide militanı ile çözülmeye başlar. Militan, Ebu Ahmed ismini verir.


Ebu Ahmed ismi, HŞM’ye “gelişmiş sorgu” teknikleriyle sorulur. HŞM, Ebu Ahmed hakkında konuşsa da istenilen bilgileri tam olarak vermez. Çünkü Ebu Ahmed’in CIA’yi Ladin’e götüreceğinin farkındadır. Ekip bundan sonra Ebu Ahmed üzerine yoğunlaşır. Yapılan araştırmalar sonucu Kuveytli olduğu tespit edilir. Sekiz yıllık bir uğraşın ardından Ebu Ahmed’in izine ulaşılabilir.


Kuryenin takip edilmesi sonucu yüksek duvarlarla çevrilmiş ve etrafı dikenli tellerle örülmüş bir eve ulaşılır. (Afganistan’da özellikle Peştu bölgelerinde bu tür evler yaygındır.) Ekip, evin doğruluğunu teyit etmek için çalışmalar başlatır. Öncelikle evden çıkan çöpleri incelemek isterler fakat evdeki çöpler dışarı atılmayıp yakılıyordu. Bunun üzerine birlikte çalıştıkları bir doktor, çocuk felci aşısı ve kan örneği alma bahanesiyle eve gönderilir fakat doktor eve alınmaz.


Ev her gün takip edilir. Belgeselde belirtildiği üzere bahçedeki çamaşır iplerinden, evde üç ailenin yaşadığı sonucuna varılır. Bir adam ise her gün bahçede yürümektedir. Güneşin oluşturduğu gölgeye bakılarak adamın boyu tahmin edilir ve sonuç, Ladin ile aynıdır. Şahsın Ladin olduğunu kesinleştirmek için 1998 yılında Ladin ile röportaj yapan John Miller ile iletişime geçilir ve Ladin’in yürüdüğü videolar incelenir. Fakat ekip, harekete geçmek konusunda hâlâ kararsızdır.


Operasyona gidecek birlikler, evin bir maketi üzerinde birçok kez tatbikat yapar. 2 Mayıs 2011’de operasyon gerçekleştirilir. Beyaz Saray, operasyon hakkında Pakistan hükümetine haber vermek istemez. Afganistan’ın Celalabad kentinden yola çıkan operasyonel ekip, 260 kilometrelik mesafenin ardından hedef eve ulaşır. Operasyonun başlangıcında helikopterlerden biri düşer. Bu durum, operasyonun açığa çıkmasına ve sosyal medyada konu olmasına neden olur.


Ekip içeri girdiğinde çatışma başlar. Ebu Ahmed, Ladin’in 20 yaşındaki oğlu Halit ve Usame Bin Ladin öldürülür. Operasyon, Ladin’in cesedinin ve örgütsel dokümanlarının alınmasıyla son bulur ve birlik Afganistan’a geri döner. Belgeselde belirtildiğine göre Ladin’in cesedi, bir uçak gemisiyle Hint Okyanusu’na götürülerek İslami usullere uygun bir şekilde denize defnedilir.


Değerlendirme


Belgesel, 11 Eylül olayları sonrası ABD’nin imajını kurtarmak için “küresel terörle mücadele” adı altında sergilediği saldırgan tutumu Amerikancı bir bakış açısıyla sunmaktadır. Saldırıların kurbanları ve aileleriyle yapılan mülakatlar, izleyicinin onlarla bir bağ kurmasını sağlamaktadır. Fakat küresel teröre karşı yürütülen operasyon ve işgallerde ölen sivillerden bahsedilmemektedir. ABD ve müttefik güçlerin işgali sürecinde, Wikipedia kaynaklarına göre 47 binden fazlası sivil olmak üzere 212 binden fazla can kaybı yaşanmıştır. Bunun yanında birçok kişi sakat kalmış, birçok kadın ve çocuk tecavüze uğramış, ayrıca 2021 yılında dönemin başbakan yardımcısı Abdusselam Hanefi ile yaptığımız bir röportajda belirtildiği üzere 3 milyon Afgan uyuşturucu bağımlısı olmuştur. Belgeselde bu bilgilere yer verilmemektedir. ABD’nin sadece cihatçı teröristlerle savaştığı ve zafere ulaştığı imajı oluşturulmaktadır.


Aynı şekilde, Ladin’i yakalamak için kurulan ekibin ailesine zaman ayıramaması birçok yerde vurgulanarak ekibin fedakârlıkları gündeme getirilmektedir. Belgesel boyunca birçok kez olayın mağdurlarına yer verilmekte ve ABD’nin saldırganlığının aslında bu kurbanların intikamını almaya, suçluları ise adalete teslim etmeye yönelik olduğu algısı oluşturulmaktadır.


Son olarak belgesel, 11 Eylül ve sonrasını gündemine almaktadır. Bu saldırının nedenleri sağlıklı bir şekilde ele alınmamaktadır. ABD’nin kurduğu ve korumaya çalıştığı küresel hegemonya sorgulanmamaktadır. Bu sayede ABD’nin karşısındaki düşmanlar vahşi yamyamlar olarak resmedilmiş ve onlara karşı yapılan eylemler, hukukun dışında olsa da gerekli olarak görülmüştür. Çünkü hukuk sadece Batı hukukunun insan olarak tanımladığı kişilere karşı uygulanmaktadır. Bu yüzdendir ki Guantanamo’daki işkencelerden “geliştirilmiş sorgu teknikleri” olarak bahsedilmektedir.


Hasan Bakır

Ankara-01.09.2025

Yorumlar


©2022, Hasan Bakır tarafından kurulmuştur.

bottom of page