İmparatorluk ve İletişim Araçları - Harold A. Innis
- Hasan Bakır

- 8 Eyl
- 4 dakikada okunur

İnsan faaliyetinin olduğu her mekânda iletişim de vardır. Çünkü iletişim, bireyin kendiyle, çevresiyle ve toplum içindeki örgütlü ilişkilerinin bir ifadesi/sonucudur. İnsan nüfusunun artması, büyük organizasyonlara ihtiyacı doğurdu. Bu ihtiyaçtan ortaya çıkan devlet ve imparatorluklarda ise bilgiye dayalı bürokratik ihtiyaçlar ortaya çıktı.
Bürokrasinin gücü bilgiye dayalıdır. İhtiyaç duyulan bilgi, insan nüfusunun artışı ve farklı topluluklarla olan karmaşık ilişkilerden ötürü insan aklının karşılamakta zorlandığı bir hâl aldı. Bu zorluğu her toplum kendi imkân, bilgi ve becerileriyle aşmaya çalıştı.
Innis’e göre iletişim araçları sadece bilgi aktarımında kullanılmıyor, insanın siyasi ve toplumsal örgütlenmesini de biçimlendiriyordu. Innis, nüfus yoğunluğunun daha çok olduğu bölgelerde yapılan etkinliklerin artması ve genişlik kazanmasının yazıyı zorunlu bir ihtiyaç hâline getirdiğini söyler.
Yazı sayesinde soyut olan düşünce somut hâle geldi ve üzerinde tekrar tekrar çalışılabilmesine olanak sağladı. Yazı ile nüfus hareketleri, vergiler, giderler-gelirler, asker ve diğer birçok faaliyet kayıt altına alınabiliyordu. Bunun sayesinde bilgi birikiyor ve ilerleme sağlanabiliyordu. Merkezi yönetim elde ettiği bilgi ile imparatorluktaki gücünü artırıyor ve daha merkezi bir hâle gelmesini sağlıyordu.
Sümer’deki ilk yazı örnekleri karmaşık ve öğrenmesi zordu. Uzun eğitimler sonucu okur-yazar yetiştirilebilmesi, yazı alanında tekel oluşturarak yazıcılardan meydana gelen yeni bir sınıfın ortaya çıkmasını sağladı. Daha sonra ruhban sınıfına dönüşecek bu sınıf, dinden hukuka, bürokrasiye kadar her alanda etki gösterebiliyordu. Innis’e göre: “Eğitimin temelini de oluşturan yazı sanatı; rahipler, yazıcılar, öğretmenler ve yargıçlar tarafından kontrol edildiğinden hem bilimin geneline hem de hukuki kararlarda dinî bakış açısı hâkimdi.”
Yazı ile birlikte insan, hafızası dışında yeni bir şeye güvenmekteydi. Soyut olan düşünce somut hâle gelmiş ve tekrar tekrar üzerinde çalışılabilir olmuştur. Bu, bilgi birikimini olumlu yönde etkilese de bazı düşünürler yazıya, insan aklına zarar verdiği gerekçesiyle şüpheyle yaklaşmıştır. Örneğin, Innis'in Platon'un Phaedrus adlı eserinden aktardığı alıntıda Sokrates şu hikâyeyi anlatır: “Bu buluşunuz öğrencilerin ruhlarında kayıtsızlık yaratacak, çünkü onlar kendi belleklerini kullanmayacaklar; kendi dışlarındaki yazılı harflere güvenecekler ve kendilerininkini hatırlamayacaklar. Özgül keşfiniz, belleğe değil ancak anımsamaya yapılmış bir katkıdır ve siz çömezlerinize gerçeği değil, sadece gerçeğin dış görünüşünü verdiniz; onlar birçok şeyi duymuş ve hiçbir şey öğrenmemiş olacaklar; onlar her şeyi biliyor gibi görünecekler ve genelde hiçbir şey bilmiyor olacaklar; onlar bilgeliğin, gerçeklikten yoksun görüntüsüne sahip sıkıcı bir topluluk olacaklar.”
İmparatorluğun ihtiyaçlarında yazı kadar, yazı için kullanılan araçlar da önem kazandı ve imparatorlukların merkezileşmesinde belirleyici rol oynadı. Sümerliler kil tabletler kullanıyordu. Kil tabletlerin hacimsel ağırlığı, onları imparatorluğun uç kısımlarında kullanılmasını zahmetli kılıyordu. Bu yüzden Innis’e göre: “…kil bir iletişim aracı-ortamı olarak ağır olduğundan, geniş alanlar söz konusu olduğunda bu duruma pek uygun düşmüyordu. Kilin genel özelliği, iyice dağılmış topluluklarda sabit kayıtların toplanmasını destekledi.”
Kilin ağır yapısından ise Afrika’ya özgü bir bitki olan papirüsün Mısırlılar tarafından işlenmesiyle kurtularak düşünce hafiflik kazandı. Innis, papirüsle birlikte merkezileşmiş bürokratik yönetimin desteklendiğini belirtmekte. Innis, papirüsü, "sınırlı bir alanda, sıkı denetim altında merkezileşmiş bürokratik yönetimin gereksinimlerini karşılamak amacıyla üretildiğini" söyler. Fakat kırılgan ve dayanıksız yapısı, papirüsü deniz seferleri gibi zorlu yolculuklar için elverişsiz kılıyordu.
Müslümanlığın yayılmasıyla birlikte papirüs ihracının azaldığını vurgular. Bunun yerine, papirüsten daha dayanıklı fakat daha maliyetli olan hayvan derisinden yapılmış parşömenler ön plana çıkmaktadır. David Godfary, yazının girişinde parşömenin papirüse göre daha dayanıklı olmasının dini örgütlenme için çok daha uygun olduğunu belirtir. Innis ise parşömenlerin dini kutsal kitaplar ile hukuk için kullanıldığını söyler. Aynı zamanda, parşömenin büyük boyutlu kitapların üretimini kolaylaştırdığını ifade eder.
Papirüsün kırılgan yapısı ve üretimindeki tekelden ötürü yazı için daha dayanıklı ve ucuz bir araca ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaç, İS 105’te Çin’de geliştirildiği varsayılan kâğıdın ortaya çıkmasına yol açtı. Kâğıt, Müslümanlar tarafından alınmış ve kullanılmıştır. Bunun sayesinde Müslümanlar, yazılı kültürü ön plana çıkararak bürokratik ve diplomatik gelişme sağladılar.
Kâğıt, Avrupa’ya Müslümanlar aracılığıyla taşınmıştır. Innis, Batılıların kâğıt tekniğini Müslümanlardan öğrendiğini belirtir. Fakat Müslümanların Batıya taşımış olduğu kâğıt kalitesinin düşük olduğunu ve “Arapların oldukça ilkel üretimi” olduğunu belirterek, İtalyanların kâğıt üretimini iyileştirip Fransa’da kâğıt fabrikalarını kurduğunu söyler. Bu oryantalist bakış açısı, bilimin ve tarihin Batı’da başlatma saplantısından başka bir şey değildir. Oryantalistlere göre Müslümanlar, Yunan’dan aldıkları medeniyeti muhafaza ederek tekrar sahipleri olan Batıya iade etmiştir. Bu süreçte hiçbir katkısı olmayan Müslümanlar, ilk yöntemlerinden kurtularak Batı eliyle mükemmel hâle geldiği inancı ne yazık ki karşılık bulmaktadır.
Müslümanlar yazıyı etkin bir biçimde kullanabilirken, Bizans’ta ise "resimler şeytan işi, iğrenç şeyler" olarak kabul edilip II. Caliph tarafından kiliselerdeki tüm resimlerin tahrip edilmesi emri verilir (720-724). 753-754’te ise V. Constantin'in emriyle resimlere ve tasvirlere tapınma tamamen yasaklanır. Batı’da ise Papa I. George, kitapta yazılı olan dini metinleri, okuma yazma bilmeyen kitlenin anlaması için duvar resimlerini kullandı. Böylece resimlere bakan halk, dini öğretileri ruhban sınıfının anlamasını istediği şekilde anlıyor ve ibadet ediyordu. Bu durum, matbaa ile artan okur yazarlığa kadar devam etti.
Batı’da kitapçıların oluşturduğu lonca, el yazısıyla çoğaltmakta bir tekeldi. Bu da çoğaltılan metinlerin yüksek fiyatlandırılmasına neden oluyordu. Artan fiyatlar, yeni yöntemlere ihtiyacı ortaya çıkardı. Bu ihtiyaç, Gutenberg’in geliştirdiği, değiştirilebilir harflere imkân veren matbaa teknolojisiyle karşılandı. Basımcılık, kitapların seçiminde ticari bir kaygıyı vurgulamaktaydı; dolayısıyla üretimle ilgilenen basımcının yerini, pazarla ilgilenen yayıncı almaya başladı. Manastır sisteminin tekeli daha fazla sarsıldı. Yazılı sözün egemenliği son buldu. "Katedraller çağı kapandı. Baskı makinesi çağı başladı."
Sonuç olarak, Innis’in çizdiği çerçevede iletişim araçları yalnızca teknik araçlar değildir; toplumsal hafıza, siyasal iktidar ve ekonomik örgütlenmenin aktif biçimlendiricisidir. Yazının ortaya çıkışı ve dönüşümü, kil, papirüs, parşömen, kâğıt ve matbaa gibi medyaların değişimiyle birlikte okuryazarlık, dinî otorite, bürokrasi ve emperyal denetim ilişkilerinin nasıl evrildiğini anlamak için bir perspektif sunar.






Yorumlar