İlk İnsandan Yazıya İletişim Tarihi
- Hasan Bakır

- 14 Eyl
- 5 dakikada okunur

Neden İletişim Tarihi?
Bu yazıdaki amaç, genel olarak iletişim ve medya denilen unsuru anlamaya çalışmaktır. Çünkü bu iki unsuru ve tarihini anlamak, bugün medya profesyonellerinin insan ve toplum üzerinde yürüttüğü çalışmaları anlamamıza olanak tanıyacak olması ve kişinin bu profesyonellere karşı sağlıklı bir savunma mekanizması geliştirebilmesine imkân vereceği kanaatindeyim.
İlk insandan günümüze iletişim var olagelmiştir. Çünkü iletişim bir insan/toplum ürünüdür. Bu yüzden iletişimi anlamak, bir bakıma insanı anlamaktır. Burada kullandığım bilgiler genel olarak Batı merkezli kaynaklardandır. Ancak böyle diye buna refleks geliştirip karşı çıkmak, okur için doğru olmayacaktır. Bize düşen, okuduğu bilgileri işlemek, öğrenmek ve mümkünse antitez oluşturmaktır. İçinde hakikate aykırı olanı atıp hakikate uygun olanı almak ise üzerimize bir borçtur.
Bu metin bir son ürün olmamakla beraber, ileride daha geniş bir biçimde yazmayı düşündüğüm kısa bir taslak metin sadedindedir. Burada paylaşma niyetim ise okuma nezaketinde bulunanların geri dönüşleri ve karşı çıkışlarıyla yaptığım hataları tespit etme gayesindendir.
İletişimi Anlamak
İletişim, örgütlü bir yaşam faaliyetidir. İnsanın toplumsal yaşamı iletişimi zorunlu kıldığı gibi, iletişimin gelişmesi de toplumsal yaşamın devamlılığını ve gelişimini sağlamıştır. Bu yüzden insan faaliyetinin olduğu her yerde iletişim de vardır. Çünkü insan, varoluşundan beri çevresiyle iletişim halindedir. Bu, varoluşunun bir zorunluluğudur. İrfan Erdoğan, insanın açlığı hissetmesi ve açlığını giderme yollarını aramasını kendiyle ve çevresiyle iletişim olduğunu belirtmektedir. “İletişim varoluşun zorunlu bir gereğidir,” der.[1]
Bunu Valheim oynayanlar daha iyi anlayabilir. Bir valkürün doğaya bıraktığı insan yapayalnızdır ve hiçbir şey bilmez. Odin’in kargalarından birinin sınırlı rehberliğiyle Odin’in düşmanlarını yenmesi gerekmektedir. Acıktığında enerjisi düşer ve canı azalır. Aynı şekilde yağmur yağdığında üşür; canı ve enerjisi geç dolar. Sonra küçük bir odun parçası bulur ve onunla yapabileceği ürünleri hatırlamaya başlar. Öğrendikleri birikerek devam eder ve en son çağa kadar gider. Tıpkı insanın ilk varoluşundaki gibi. Doğada bir başına olan insan, sürekli olarak çevresiyle etkileşim halindedir. Avlanmak, barınak kurmak, ateş yakmak gibi birçok eylem, kişinin kendiyle ve çevresiyle girdiği iletişimin bir parçasıdır.
İlk İnsan
İletişimi örgütlü bir insan faaliyeti olarak ele aldığımızda, iletişim tarihini insanlık tarihinden, iletişimin gelişimini de insanlığın gelişim evrelerinden ayrı tutamayız. İnsanlık, yaşam koşulları nedeniyle birçok sorunla karşılaşmış ve bu sorunlara karşı kendi toplumsal yapısına göre çözümler üretmiştir. Yani insanlık; yaşamak, gelişmek, yönetmek ve hegemonya kurmak adına birçok iletişim aracı kullanmış ve ortaya çıkan sorunlar için yeni çözümler üretmek zorunda kalmıştır.
İlk insan topluluklarının iletişiminde, sözlü dil ortaya çıkmadan önce insanların sözcükleşmemiş çeşitli seslerle birbirlerini anlamaya çalıştıkları varsayılmaktadır. Avcılığın toplumsal bir faaliyet hâline gelmesiyle birlikte ise, insanın dili kullanma ihtiyacının ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bu bağlamda Erdoğan (2014), “Bir işaretin veya sesin dil olabilmesi için, onu kullananların anlamı üzerinde anlaşma olması gerekir,” diyerek dilin toplumsal uzlaşmaya dayalı yapısına dikkat çekmektedir.
Üniversitedeyken bir dersinde Serdar Öztürk bize, "İnsanı diğer canlılardan ayıran şey nedir?" diye sormuştu. Gelen cevaplar içinde konuşmada/iletişimde bulunma vardı. Fakat Serdar Öztürk, bunu hayvanların da kendi içinde yapabileceğini, dolayısıyla buna bakarak ayırıcı bir özellik olmadığını söylemişti. Kendi sorusunu "İnsanın hikâye anlatması" olarak cevaplamıştı.
Dilin oluşması, insan topluluklarında sözlü kültürü de oluşturmuştur. Sözlü kültür, tamamen insanın hafızasına ve hitabetine dayanan bir kültür biçimiydi. Bu yüzden bellek ve hikâye anlatıcılığı çok önemli bir yer kaplamaktaydı. Belleği en güçlü olan insanlar bilge olarak anılmaktaydı (Süllü, 2018).[2]
Belleğe yardımcı olması içinse birçok araç kullanılmıştır. Hayvan kemikleri üzerine atılan çentikler, hesap taşları, mağara duvarlarına ve taşların üzerine çizilen resimler veya İnkaların kullandığı, ip üzerine atılmış farklı renkteki düğüm öbekleri olan Quipu’lar, hatırlamaya yardımcı olan unsurlardır.
Bunlar sayesinde av alanlarının, türlerinin ve sayılarının belirlenmesi avcı-toplayıcı topluluklarda sağlanırken, daha gelişmiş ve yazısız bir medeniyet inşa eden İnkalar’da kalabalık insan topluluklarının yönetimi, vergilerin toplanması ve idari birçok işin yapılması olanaklı hâle geldiği düşünülmekte. Fakat bu tür üretilen imgelerin ömrü, kendisini üreten toplumun ömrü kadar yaşamaktadır. O toplum ortadan kalktığında, o imgelere yüklenen anlamlar da toplumla beraber ortadan kalkmaktadır. Araştırmacılara ise fikir yürüterek tahmini bir sonuç çıkarmak kalıyor (Crowley&Heyer, 2019).
Hesap taşları, belleğe yardımcı olan en eski araçlardan biriydi ve özellikle ekonomik verilerin kaydedilmesinde önemli bir rol oynuyordu. Toplumlar, ticaret ve değişim süreçlerini düzenlemek için bu taşları kullanıyorlardı. Her bir hesap taşı, belirli bir miktarda mala veya ürüne denk geliyordu; bu sayede taşların dizilişi, o dönemdeki ticari işlemlerin, stokların veya borç-alacak ilişkilerinin somut bir kaydı olarak işlev görüyordu. Zamanla bu taşlar, sadece sayısal bilgiyi değil, ekonomik faaliyetlerin karmaşıklığını da belleğe taşımaya yarayan bir sistem hâline geldi. Böylece insanlar, geçmiş işlemleri hatırlamak ve planlama yapmak için somut bir referansa sahip olabiliyordu (Crowley & Heyer, 2019).
Mağara resimleri ise duvarlara çizilen hayvan resimleri, kadın tasvirleri veya basitçe boyaya batırılmış el izlerinden oluşuyordu. Bu resimler, geçmiş toplumların bilincini yansıtmaktaydı. Bu çizimler birçok amaca hizmet edebilmekteydi. Kimi hayvan resimleri, o bölgedeki yırtıcı tehlikesinden ve hangi av hayvanlarının bulunduğundan bahsedebilirdi. Kendisinden sonra gelecek insanlara bir bilgi bırakma gayesi taşıyabilirdi. Ya da dini bir ritüel için çizilmiş veya tamamen sanatsal bir haz için de çizilmiş olabilirdi.
Werner Herzog’un “Unutulmuş Düşler Mağarası” belgeselinde, Chauvet Mağarası’ndaki çizimleri anlatırken sekiz bacaklı çizilmiş bizondan bahseder. Bu tasvirin aslında hareket eden bir bizonu simgelediğini ve sekiz bacakla çizerek hareket yanılsaması yakalamak isteyebileceğini söyler. Hatta bu resmin sinemanın ilk örneği olarak kabul edilebileceğinden bahseder.
Quipu
İnsanın tohumu evcilleştirerek tarıma geçmesi, besin için elde edilen ürünlerin artmasına neden oldu. Artan ürün, nüfusun artmasının yanında değiş-tokuş ile toplumlar arası ilişkiyi de gerekli kıldı. Artan ürün, artan nüfus ve ilişki demekti. Bu da aslında daha fazla karmaşa demekti. Bu karmaşalar sınıfsal ayrıma neden oldu. Üretici-yönetici arasındaki ilişki bu karmaşaya dayanmaktadır. Yönetici sınıf, artan nüfusu kontrol etmek ve alınan vergileri, üretilen ürünleri kaydetmek için kişisel bellekten daha fazlasına ihtiyaç duydu. Bu ihtiyaç, İnka gibi medeniyetlerde Quipu tarzı materyallerle karşılanıyordu.

İnkalar, yazısız bir medeniyet inşa etmişlerdi. Bu medeniyetin inşası ise Quipular sayesinde olmuştur. Quipu, üzerine düğümler atılmış ve farklı renklere boyanmış olan ip topluluklarıdır. Yapılan nüfus sayımları, üretilen ürünlerin miktarı, alınan vergiler… Hepsi bu düğümler aracılığıyla kaydedildiği düşünülmektedir. Belleğe yardımcı olan bu düğümler, büyük bir medeniyetin yönetimini olanaklı kılıyordu (Crowley & Heyer, 2019).
Artan üretim ilişkilerine bağlı sorunlar, Sümer, Mısır, Hitit ve Babil gibi medeniyetlerde yazının geliştirilmesine yol açmıştır. Bu bağlamda yazı, toplumların ekonomik faaliyetlerini düzenleme ve egemen gücün bürokratik becerilerini geliştirme ihtiyacından doğmuştur. Yazı, diğer iletişim araçlarına göre daha kullanışlı olmasıyla öne çıkar; daha fazla veri depolayabilmesi, bilginin yeniden işlenmesini ve saklanmasını mümkün kılar. Bu bağlamda Erdoğan (1999), yazıyı “sesin (vekaleten) yerini alan; ta ki içten veya dıştan okuma yoluyla tekrar sese dönüştürülünceye kadar bir yüzey üzerindeki işaretler” olarak tanımlamaktadır.
Hasan Bakır
Ankara - 21.08.2025
Kaynakça
[1] Erdoğan, İ. (1999). Eski çağlar ve ilk imparatorluklardaki egemen iletişim biçimleri üzerine bir değerlendirme. Kültür ve İletişim, 2(4), 15-47.
[2] Süllü, Z. (2018). Sözlü kültürden dijital kültüre iletişim ve iletişim araçlarının tarihsel kökenleri. Kastamonu İletişim Araştırmaları Dergisi, (1), 119-135.
Erdoğan, İ. (2014). Medya teori ve araştırmaları. Ankara; Erk Yayınları.
Crowley, D., & Heyer, P. (2019) İletişim Tarihi. İstanbul: Siyasal Kitabevi






Yorumlar