“Binlerce Kez İyi Geceler” (A Thousand Times Good Night, 2013)
- Hasan Bakır

- 2 Ağu
- 5 dakikada okunur
...aşırı bir bireyselleşme intihara götürüyorsa, yetersiz bir bireyselleşme de aynı sonucu verir. İnsan toplumdan kopmuşsa kendini kolayca öldürebildiği gibi, toplumun içine iyice yerleşmişse de aynı edimi gerçekleştirebilir.
Émile Durkheim

Film Hakkında Genel Bilgi
“Binlerce Kez İyi Geceler” (A Thousand Times Good Night, 2013), yönetmenliğini Eric Poppe’nin yaptığı ve başrollerini Juliette Binoche ile Nikolaj Coster-Waldau’nun paylaştığı, İrlanda-Norveç ortak yapımı bir drama filmidir.[1]
Film, ailesi ile mesleği arasında seçim yapmak zorunda kalan kadın bir savaş muhabirini konu edinir. Başarılı bir savaş foto muhabiri olan Rebecca (Juliette Binoche), pek çok kez tehlikeli bölgelerde görev almış ve ölümle burun buruna gelmiştir. Buna rağmen savaş mağduru insanları dünyaya tanıtarak onların sesini duyurmaya ve yardım edilmelerini sağlamaya çalışmaktadır.
Ancak ailesinin mesleğine karşı olan tepkisi, Rebecca’yı zor kararlar vermek zorunda bırakır. Film, Rebecca’nın savaş bölgelerindeki deneyimlerinin yanı sıra ailesiyle mesleği arasında yaşadığı içsel çatışmayı ele alır. Savaşanlardan çok savaşı belgeleyen bir karakterin, sahada etik olarak olaylara müdahale edip etmeme konusunda yaşadığı vicdani sorgulama ön plana çıkar.
Özgeci İntihar ve Gazeteci Etiği
Film, Afganistan’da bir kamyonetin kasasında, küçük bir delikten içeri sızan ışık eşliğinde yapılan bir yolculukla başlar. Rebecca araçtan indiğinde, kendini bir mezarlıkta bulur. O sırada genç bir kadın, canlı bomba eylemi için hazırlanmaktadır. Rebecca ise bu süreci fotoğraflamaktadır.
Canlı bomba eylemcisi kadın, hazırlık sürecinde önce boş bir mezara yatırılır. Diğer kadınlar etrafında toplanır ve Kur’an’dan ayetler okuyarak dua ederler. Ardından kadın, evde eylem için hazırlanır ve bir erkek tarafından eylemi gerçekleştireceği bölgeye götürülür. Rebecca da onu bir süre takip edebilmek için aynı araca biner.
Araç bir pazar yerine ulaştığında, kontrol noktasında yaşanan bir sorun üzerine şoför panikle kaçar. Güvenlik görevlilerinin kadına müdahale etmeye çalışmasıyla kısa süreli bir arbede yaşanır. Rebecca, arabadan uzaklaşmış olmasına rağmen pazardaki sivilleri uyarmakta tereddüt eder. O sırada, balonlarla oynayan çocuklar, kucağında bebeğiyle yürüyen kadın gibi görüntüler, yaklaşan felaketin masum kurbanlarını gözler önüne serer.
Bu manzaraya daha fazla dayanamayan Rebecca, tereddütlerine rağmen insanları uyarmaya çalışır. Ancak bomba patlar ve Rebecca ağır şekilde yaralanır. Yarı baygın şekilde kendine geldiğinde, ilk işi kamerasını alıp çevredeki ölü ve yaralılara yapılan müdahaleleri görüntülemek olur. Fakat daha fazla dayanamayarak bayılır ve gözlerini bir hastane odasında açar.

Bu noktaya kadar olan kısmı "intihar" ve "etik" başlıkları altında iki düzlemde inceleyebiliriz. Filmde canlı bomba olan kadının durumu, Émile Durkheim’in intihar modellerinden "özgeci intihar" ile açıklanabilir.
Durkheim, özgecil intiharı açıklarken farklı kültürlerden örnekler vererek “ilkel kabilelerdeki” intiharlardan bahsetmektedir. Bu örnekleri üç gruba ayırır: yaşlılığın eşiğine gelmiş veya hastalığın pençesinde olanlar, kocası ölmüş kadınlar ve hizmetinde bulunduğu kralın ölmesi üzerine hizmetçilerinin de intihar etmesidir. Bu üç grubu açıklarken toplumun ve inancın intihara teşvik ettiğini, intihar etmeyenlerinse toplum nazarında ve dini olarak cezalandırıldığından bahseder. Bu durumu “zorunlu özgeci intihar” olarak tanımlar.
Özgeci intihar ise, kişinin bireysel bir çıkar gözetmeksizin toplumun çıkarını önceleyerek kendi hayatından feragat etmesidir. Bu kişilerin yaşamdan vazgeçmelerinin dayanağı, kendilerinden daha fazla sevdikleri bir şeylerin bulunmasıdır (Durkheim, 2013).
Durkheim, toplumun bu durumdan fayda sağladığını ve örtülü bir şekilde desteklediğini veya onayladığını söyler. Durkheim: “İnsan, çocukluğundan başlayarak yaşama önem vermemeye ve yaşama aşırı bağlı olanları hor görmeye alışmışsa, en ufak bahanede onu başından atması da kaçınılmazdır” der.
Sahneye baktığımızda, kadınlar eylemi gerçekleştirecek kadını boş bir mezara koyarak onu simgesel olarak ölüme hazırlamaktadır. Bir yandan Kur’an’dan sureler okunmakta, diğer yandan eller göğe açılarak dualar edilmektedir. Bu ritüel, yapılan eylemin dini bir temele dayandığı izlenimini yaratmakta; dolayısıyla söz konusu dine mensup birey ve grupların bu tür eylemleri kutsal gördüğü düşüncesini izleyiciye aktarmaktadır.
Pazarda balonla oynayan çocuklar, bebeğiyle yürüyen kadınlar gibi sahneler, hedef alınan insanların masumiyetini vurgular. Ancak bu saldırının mağdurlarıyla faili aynı kültürel ve dinsel topluluğa aittir. Filmin bu kısmında dikkat çeken unsur, bu şiddet döngüsünü durdurmaya çalışan kişinin Batılı bir kadın olmasıdır. Bu kurgu, “Batı müdahalesi olmaksızın Doğu’nun kendi kendini yok edeceği” şeklindeki oryantalist anlatının tipik bir yansımasıdır.
Ayrıca, canlı bombayı eylem alanına götüren kişinin bir erkek olması ve kadını yalnız bırakması, İslam toplumunun kadınlara yönelik tutumunun dışarıdan, oryantalist bir bakış açısıyla sunulduğu izlenimini yaratmaktadır. Kadın, edilgen bir araç; erkek ise yönlendiren, kontrol eden bir figür olarak resmedilir.
Etik olarak sahneyi ele aldığımızda, bir gazetecinin terörist olarak tanımlanmış kişi veya gruplarla iletişime geçmesi, onlarla röportaj yapması ve o grupların materyalleriyle haber yapması eleştiri konusu olmuştur. Bunun nedeni, “terör gruplarının” ana akım medyayı kullanarak kendi propagandalarını yapması endişesidir.
Nitekim bazı örgüt mensubu kişilerin anılarına baktığımızda, gün içerisinde yaptıkları eylemleri akşam radyoda dinleyerek basında nasıl yankı oluşturduklarını takip ettiklerini görebiliriz.
Aynı şekilde bir gazetecinin kendi canını hiçe sayarak sıcak temas hattında bulunması ve olaylara müdahalede bulunması tartışmalı bir konudur. Çatışma bölgesine giderek zaten risk almış birinin daha da ileri giderek sıcak temas hatlarına gitmesi etik çerçevede nasıl değerlendirilebilir? Haber yapabilmek için de gazetecinin yaşaması gerektiğini unutmamak gerek.
Olaylara müdahil olmaksa gazeteci için büyük bir sorundur. Kimisi susuz kalmış bir çocuğun fotoğrafını çekip çocuğu akbabanın insafına bırakırken, kimisi ise haber sunduğu yerde bombalanan evden bir çocuğu çıkartıp gözyaşları içinde ambulansa yetiştirmeye çalışabilir.
Bu eylemlerin doğruluğunu kişinin kendi vicdanı belirlemelidir. Olaylara müdahale ederek tarafsızlık ilkesini ihlal edip hem işine duygusunu katar hem de bölgedeki grupların öfkesini üzerine çekebilir. Diğer yandan müdahale edip değiştirebileceği durumlara seyirci kalmanın vicdan azabı bir ömür boyu yakasını bırakmayabilir. Bu durumda en iyi karar verici makam kişinin kendi vicdanıdır.
Yol Ayrımı
Rebecca’nın kocası Marcus, ailesini düşünen, çocuklarının sorumluluğunu üstlenen fedakâr bir babadır. Rebecca’nın tehlikeli görevlerde bulunmasından son derece rahatsızdır ve bu yüzden Rebecca ile konuşmaz, sorularını cevapsız bırakır. Bu yüzden Rebecca ve Marcus’un arasındaki iletişim zayıftır. Rebecca’nın büyük kızı Steph de annesinin mesleğinden rahatsızdır. Annesiyle çok konuşmaz, konuştuğunda ise mesleğinden ötürü rahatsızlığını dile getirir.
Rebecca, ailesinden gelen baskılara daha fazla dayanamaz ve Marcus’a tehlikeli görevlerde yer almayacağını, ailesiyle vakit geçireceğini söyler. Fakat Marcus’un Rebecca’ya olan güveni zayıftır ve Rebecca’nın sözünde durmayacağını söyler. Bunun üzerine Rebecca, çalıştığı gazeteye işi bıraktığını söyler ve ailesiyle daha fazla vakit geçirmeye çalışır. Özellikle de Steph’le daha fazla vakit geçirmeye çalışır.
İlk başlarda annesine mesafeli duran Steph, okuldaki Afrika’yla ilgili projesi için Rebecca’dan yardım isteyerek aralarındaki ilişkiyi düzeltmeye başlar. Rebecca, Steph’i projesi için daha fazla bilgi edinebileceği bir kuruma götürür. Orada eski bir arkadaşıyla karşılaşan Rebecca, Kenya’da çatışmasız ve güvenli olduğu söylenen bir mülteci kampında çalışması için teklif alır. Rebecca ilk başta bu teklifi reddeder. Fakat kızı Steph, güvenli bir bölge olduğunu söyleyerek ve “anne-kız ekibi” olarak giderlerse projesine daha fazla katkı sağlayacağını söyleyerek baskı yapar. Rebecca ise kızı ile arasında yeni kurmaya başladığı iletişimi kaybetmemek adına Steph’in isteğini kabul eder.
Rebecca ve Steph’in gittikleri mülteci kampı, silahlı bir grup tarafından basılır. Rebecca, kızı Steph’i güvenli bir yere göndererek çatışmanın arasına girer ve fotoğraf çekmeye başlar. Bu durum, Rebecca ve Steph’in arasında yeni kurulmaya başlayan ilişkiyi tekrar bozar ve Steph, Rebecca ile konuşmayarak onu cezalandırır. Marcus bu olaydan haberdar olur ve Rebecca’yı evden kovar.
Ailesiyle tekrardan arası bozulan Rebecca, daha fazla evde kalamaz ve tekrardan Afganistan’a gider. Afganistan’da yine bir canlı bombanın resmini çekmek için bir eve gelir. Fakat canlı bomba, bu sefer küçük bir kız çocuğudur. Rebecca bu durumu engellemeye çalışsa da başarılı olamaz ve kız çocuğu eylem yapacağı yere götürülmek üzere araca bindirilir.
Filmin son sahnesi; bir tarafta ailesini bırakmış, çatışma bölgelerinde görev alan Rebecca; diğer tarafta ise kızını canlı bomba olarak göndermek zorunda kalmış bir anne. İkisi de diz çökmüş ve çaresiz olarak beklerler.

Kaynakça
[1] WikipediA, A Thousand Times Good Night 1 Ağustos 2025 tarihinde https://en.wikipedia.org/wiki/A_Thousand_Times_Good_Night adlı adresten alındı.
Durkheim, É. (2013). İntihar (Z. İlkgelen, çev.) Pozitif Yayınları.






Yorumlar